İngilizce Conjunctions Konu Anlatımı

İngilizce bağlaçlar, cümleleri, ifadeleri veya kelime gruplarını bir araya getiren ve bu öğeler arasındaki ilişkileri belirleyen kelimelerdir. Metinlerin anlamını netleştirir, düzeni sağlar ve cümle öğelerini birbiriyle bağlarlar. Bağlaçlar farklı türde ilişkileri ifade edebilir, koşullar, neden-sonuç ilişkileri, zıtlıklar, zamanlar ve daha fazlasını belirtebilirler.

İngilizce Bağlaç (Conjunctions) Türleri

İngilizce bağlaçlar farklı türlerde olabilir:

  1. Coordinating Conjunctions: Bu tür bağlaçlar, eşit öneme sahip cümle öğelerini (kelimeleri, tamlamaları veya cümleleri) bir araya getirir. En yaygın koordinatif bağlaçlar “and”, “but”, “or”, “so” gibi kelimelerdir.
    • Örnek: She likes to read books, and she also enjoys watching movies.
    • Çeviri: Kitap okumayı sever ve aynı zamanda filmler izlemekten de hoşlanır.
  2. Subordinating Conjunctions: Bu tür bağlaçlar, bir cümle öğesini diğerine bağımlı hale getirir ve bağımlı bir cümle (yan cümle) oluşturur. Alt sıra bağlaçları “although”, “because”, “when”, “if”, “while” gibi kelimelerdir.
    • Örnek: Although it was raining, they decided to go for a walk.
    • Çeviri: Yağmur yağıyordu, ancak yürüyüşe gitmeye karar verdiler.
  3. Correlative Conjunctions: İki veya daha fazla bağlaçtan oluşan bu yapılar, cümlenin farklı bölümlerini birbirine bağlar. Örnekler: “both…and”, “either…or”, “neither…nor”, “not only…but also”, “whether…or”.
    • Örnek: She not only plays the piano but also sings beautifully.
    • Çeviri: O sadece piyano çalmıyor aynı zamanda güzel bir şekilde şarkı söylüyor.
  4. Conjunctive Adverbs: “However”, “therefore”, “consequently”, “nevertheless”, “moreover” gibi bağlaçlar, cümleler arasında neden-sonuç ilişkilerini veya bağlantıları vurgular.
    • Örnek: He studied hard; therefore, he passed the exam.
    • Çeviri: Sıkı çalıştı; bu nedenle sınavı geçti.

Bağlaçlar, yazılı ve sözlü iletişimde cümlenin yapısını zenginleştirir ve anlamı daha net ifade etmenizi sağlar. Doğru bağlaçları kullanarak, cümlelerinizi daha akıcı, tutarlı ve anlam açısından zengin hale getirebilirsiniz.

En Yaygın Bağlaçlar (Conjunctions)

  • En yaygın kullanılan bağlaçlar listesi: and, but, or, so, for, nor, after, as, before, by the time, during, since, till, until, while, although, as if, as long as, because, if, unless, when, whereas, while, as soon as, in case, once, since, so that, though, even if, even though, in order that, provided that, while, as much as, than, whether, as though, in as much as, for fear that, in order to, inasmuch as, in case that, lest, so as to, whether or not, albeit, despite, even though, how, however, inasmuch as, in order that, lest, like, much as, notwithstanding, once, only if, provided that, since, so that, supposing that, that, though, unless, whereas, while, as long as, assuming that, in case, in order that, lest, once, only if, provided that, since, so that, supposing that, that, though, unless, whereas, while, yet.

Conjunctions Cümle Örnekleri

İngilizce’nin en popüler bağlaçları, anlamları, örnek cümleler ve çevirileri:

  1. and (ve):
    • Benzer fikirleri veya öğeleri birleştirmek için kullanılır.
    • Örnek: I like to read books and watch movies. (Kitap okumayı severim ve film izlemeyi.)
  2. but (ama, fakat):
    • Zıt bir fikri tanıtmak için kullanılır.
    • Örnek: She studied hard, but she still didn’t pass the exam. (Sıkı çalıştı, ama hala sınavı geçemedi.)
  3. or (veya):
    • Alternatif seçenekleri sunmak için kullanılır.
    • Örnek: You can have tea or coffee for breakfast. (Kahvaltıda çay veya kahve alabilirsiniz.)
  4. so (bu nedenle, dolayısıyla):
    • Bir sonucu veya sonucu göstermek için kullanılır.
    • Örnek: It was raining, so we stayed indoors. (Yağmur yağıyordu, bu nedenle içerde kaldık.)
  5. because (çünkü):
    • Bir şeyin nedenini açıklamak için kullanılır.
    • Örnek: She couldn’t attend the party because she was sick. (Partiye katılamadı çünkü hasta idi.)
  6. although (rağmen, gerçi):
    • Zıtlık veya çelişkiyi tanıtmak için kullanılır.
    • Örnek: Although it was cold, they went for a walk. (Hava soğuktu, ama yine de yürüyüşe çıktılar.)
  7. if (eğer):
    • Bir koşulu veya olasılığı tanıtmak için kullanılır.
    • Örnek: If it rains, we’ll stay at home. (Yağmur yağarsa, evde kalacağız.)
  8. when (zamanında, -dığında):
    • Belirli bir zamanı veya durumu tanımlamak için kullanılır.
    • Örnek: I was reading a book when the phone rang. (Telefon çaldığında bir kitap okuyordum.)
  9. while (iken, esnasında):
    • Eşzamanlı eylemleri veya durumları vurgulamak için veya zıtlık oluşturmak için kullanılır.
    • Örnek: She studied while her brother played video games. (Kardeşi video oyunları oynarken o ders çalıştı.)
    • Örnek: While I like chocolate, my sister prefers vanilla. (Ben çikolatayı severim, kız kardeşim ise vanilyayı tercih eder.)
    • Örnek: While he was cooking, she was setting the table. (O yemek yaparken, o masa hazırlıyordu.)
  10. after (sonra, -dıktan sonra):
    • Bir olayı takip eden zamanı ifade etmek için kullanılır.
    • Örnek: We had dinner after the movie ended. (Film bittikten sonra akşam yemeği yedik.)
  11. before (önce, -madan önce):
    • Bir olaydan önceki zamanı ifade etmek için kullanılır.
    • Örnek: Please finish your homework before you go out. (Dışarı çıkmadan önce lütfen ödevini bitir.)
  12. since (çünkü, -den beri):
    • Bir nedeni veya bir olayın başlangıcını ifade etmek için kullanılır.
    • Örnek: She has been living here since 2010. (2010’dan beri burada yaşıyor.)
  13. unless (olmadıkça, -mezse):
    • Bir şeyin gerçekleşmesi için gereken koşulu ifade etmek için kullanılır.
    • Örnek: We won’t go out unless it stops raining. (Yağmur yağmayıncaya kadar dışarı çıkmayacağız.)
  14. until (kadar, -e dek):
    • Belli bir noktaya kadar olan zamanı ifade etmek için kullanılır.
    • Örnek: They waited until the store opened. (Mağaza açılana kadar beklediler.)
  15. as (olarak, gibi):
    • Örnek: She works as a nurse at the local hospital. (Yerel hastanede hemşire olarak çalışıyor.)
  16. than (daha, -den):
    • İki şeyi veya miktarı karşılaştırmak için kullanılır.
    • Örnek: She is taller than her brother. (O, kardeşinden daha uzun.)
  17. whereas (oysa ki, halbuki):
    • İki karşıt fikri vurgulamak için kullanılır.
    • Örnek: She enjoys reading, whereas her brother prefers playing sports. (O kitap okumaktan hoşlanırken, kardeşi spor yapmayı tercih eder.)
  18. so that (böylece, -sın diye):
    • Bir amaç veya hedefi ifade etmek için kullanılır.
    • Örnek: She studies hard so that she can get good grades. (İyi notlar alabilmek için sıkı çalışır.)
  19. unless (olmadıkça, -mezse):
    • Olumsuz bir sonuç elde etmek için bir koşulu ifade etmek için kullanılır.
    • Örnek: Unless you study, you won’t pass the exam. (Çalışmazsan sınavı geçemezsin.)
  20. even though (gerçi, -e rağmen):
    • Zıtlığı veya çelişkiyi ifade etmek için kullanılır.
    • Örnek: Even though it was late, they decided to go out. (Geç saat olmasına rağmen dışarı çıkmaya karar verdiler.)
  21. as if/as though (mış gibi, -mış gibi):
    • Hayali bir durumu veya karşılaştırmayı ifade etmek için kullanılır.
    • Örnek: She acted as if she knew the answer. (Cevabı biliyormuş gibi davrandı.)
  22. provided that (koşuluyla, -dığı sürece):
    • Bir şeyin gerçekleşmesi için gereken koşulu ifade etmek için kullanılır.
    • Örnek: You can borrow my car, provided that you bring it back by tomorrow. (Arabamı ödünç alabilirsin, yarına kadar geri getirirsen.)
    • Örnek: She can attend the party, provided that she finishes her homework first. (O, partiye katılabilir, önce ödevini bitirirse.)
    • Örnek: You can leave work early, provided that you complete your tasks for the day. (İşten erken ayrılabilirsin, günlük görevlerini tamamladığın sürece.)
  23. by the time (zaman gelince):
    • Belli bir zamanı ifade eder ve bu zamana kadar bir şeyin gerçekleştiğini belirtir.
    • Örnek: By the time they arrived, the party had already started. (Vardıklarında parti zaten başlamıştı.)
    • Örnek: She had finished cooking dinner by the time her guests arrived. (Misafirleri geldiğinde akşam yemeğini yapmayı bitirmişti.)
    • By the time the storm hit, we had already secured all the outdoor furniture. (Fırtına vurduğunda, açık havada olan tüm mobilyaları zaten güvence altına almıştık.)
  24. in case (olur da diye, ihtimaline karşı):
    • Olası bir durumu veya olasılığı göz önünde bulundurarak bir önlem alındığını ifade eder.
    • Örnek: I brought an umbrella in case it rains. (Yağmur yağarsa diye şemsiye getirdim.)
    • Örnek: I packed some snacks in case we get hungry during the road trip. (Yolculuk sırasında acıkırsak diye birkaç atıştırmalık paketledim.)
    • Örnek: She always carries a phone charger in case her battery runs out. (Batarya tükenirse diye her zaman telefon şarj aleti taşır.)
    • Örnek: They brought extra blankets on the camping trip in case the nights got colder than expected. (Kamp gezisine beklenenden daha soğuk olursa diye ekstra battaniye getirdiler.)
  25. as long as (madem ki, -dığı sürece):
    • Bir koşulun yerine getirilmesi durumunda başka bir şeyin gerçekleşeceğini ifade eder.
    • Örnek: You can play outside as long as you finish your homework. (Ödevini bitirdiğin sürece dışarıda oynayabilirsin.)
    • Örnek: You’re welcome to use my laptop as long as you take good care of it. (İyi bakarsan laptopumu kullanabilirsin.)
    • Örnek: You can use the company car as long as you use it for work-related purposes. (İşle ilgili amaçlar için kullanıyorsan şirket arabasını kullanabilirsin.)
    • Örnek: He can continue to work remotely as long as he remains productive and communicates effectively. (Üretken kaldığı ve etkili iletişim kurduğu sürece uzaktan çalışmaya devam edebilir.)
  26. in order to (amacıyla, -mek için):
    • Bir amacı veya hedefi ifade eder.
    • Örnek: She studied hard in order to pass the exam. (Sınavı geçmek için sıkı çalıştı.)
    • Örnek: They launched a new advertising campaign in order to reach a wider audience. (Daha geniş bir kitleye ulaşabilmek için yeni bir reklam kampanyası başlattılar.)
    • Örnek: He exercised regularly in order to maintain his physical fitness. (Fiziksel kondisyonunu koruyabilmek için düzenli olarak egzersiz yaptı.)
    • Örnek: She attended workshops in order to enhance her professional development. (Mesleki gelişimini artırmak için atölyelere katıldı.)
    • Örnek: The company invested in new technology in order to increase efficiency. (Efektifliği artırmak için şirket yeni teknolojiye yatırım yaptı.)
  27. even if (olsa bile, -sa da):
    • Olasılıkla çelişen veya zıt bir durumu ifade eder.
    • Örnek: Even if it’s raining, we’ll still go for a walk. (Yağmur yağsa bile yine de yürüyüşe çıkacağız.)
    • Örnek: Even if she’s busy, she always finds time to help her friends. (Çalışıyor olsa bile, her zaman arkadaşlarına yardım etmeye zaman bulur.)
    • Örnek: We’ll go to the beach even if it’s a bit cloudy. (Biraz bulutlu olsa da, plaja gideceğiz.)
    • Örnek: He would forgive her even if she made a big mistake. (Büyük bir hata yapsa bile onu affederdi.)
    • Örnek: They’re planning to go camping even if the weather forecast predicts some rain. (Hava durumu tahminleri biraz yağmur gösterse de kamp yapmaya plan yapıyorlar.)
    • Örnek: They’ll continue working on the project even if they encounter unexpected challenges. (Beklenmedik zorluklarla karşılaşsalar bile projede çalışmaya devam edecekler.)
  28. so as to (amacıyla, -mek için):
    • Bir amacı veya hedefi ifade eder.
    • Örnek: He saved money so as to buy a new car. (Yeni bir araba almak için para biriktirdi.)
    • Örnek: She woke up early so as to catch the first train. (İlk treni yetişebilmek için erken kalktı.)
    • Örnek: They worked overtime so as to meet the project deadline. (Proje teslim tarihine yetişebilmek için fazla mesai yaptılar.)
    • Örnek: They saved up money so as to travel around the world. (Dünya turu yapabilmek için para biriktirdiler.)
  29. in the event that (durumunda, -dığında):
    • Olası bir durumu veya olayı ifade eder.
    • Örnek: In the event that he can’t come, we’ll go without him. (Gelemezse, onsuz gideceğiz.)
    • Örnek: In the event that the power goes out, we have flashlights and candles ready. (Elektrik kesilirse, el fenerleri ve mumlarımız hazır.)
    • Örnek: In the event that the internet connection is lost, we’ll switch to offline activities. (İnternet bağlantısı kesilirse, çevrimdışı etkinliklere geçeceğiz.)
    • Örnek: We’ve prepared extra seating in the event that more people attend the workshop than expected. (Beklenenden daha fazla kişi atölyeye katılırsa diye ekstra oturma düzenlemeleri yaptık.)
    • Örnek: In the event that the product is defective, we offer a full refund to our customers. (Ürün kusurluysa, müşterilerimize tam bir geri ödeme yapmaktayız.)
  30. as soon as (yapar yapmaz, -ir irmez):
    • Bir olayın hemen gerçekleşeceği veya başlayacağı zamanı ifade eder.
    • Örnek: I’ll call you as soon as I get home. (Eve vardığımda hemen seni arayacağım.)
    • Örnek: Please send me the report as soon as you finish compiling the data. (Verileri derlediğiniz anda lütfen raporu bana gönderin.)
    • Örnek: We’ll start the meeting as soon as everyone arrives. (Herkes geldiği anda toplantıya başlayacağız.)
    • Örnek: They’ll release the movie online as soon as it’s ready for distribution. (Filmi dağıtıma hazır olduğu anda çevrimiçi olarak yayınlayacaklar.)
  31. rather than (yerine, -den ziyade):
    • Bir seçimde bir şeyi diğerine tercih ettiğinizi ifade eder.
    • Örnek: I prefer tea rather than coffee. (Kahve yerine çayı tercih ederim.)
    • Örnek: I decided to walk rather than take a taxi to enjoy the nice weather. (Güzel havanın tadını çıkarmak için taksi yerine yürümeyi tercih ettim.)
    • Örnek: She chose to work part-time rather than full-time to have more flexibility. (Daha fazla esneklik için tam zamanlı çalışmak yerine yarı zamanlı çalışmayı tercih etti.)
    • Örnek: He would eat a salad rather than a burger when trying to eat healthily. (Sağlıklı beslenmeye çalışırken hamburger yerine salata yerdi.)
    • Örnek: I prefer classical music rather than heavy metal when I want to relax. Rahatlamak istediğimde ağır metal yerine klasik müziği tercih ederim.)
    • Örnek: I enjoy spending time outdoors rather than being indoors all day. Bütün gün içerde olmaktansa dışarıda vakit geçirmeyi seviyorum.)
  32. provided (koşuluyla, -dığı sürece):
    • Bir şeyin gerçekleşmesi için belirli bir koşulu ifade eder.
    • Örnek: I’ll go to the party provided I finish my work. (İşimi bitirirsem partiye gideceğim.)
    • Örnek: You can use the company’s gym facilities provided you are a full-time employee. (Tam zamanlı bir çalışansanız şirketin spor salonunu kullanabilirsiniz.)
    • Örnek: We can organize a picnic provided the weather is nice on the weekend. (Hafta sonu hava güzel olursa piknik düzenleyebiliriz.)
    • Örnek: The hotel offers a complimentary breakfast provided you book a room for at least two nights. (En az iki gece oda rezervasyonu yaparsanız otel ücretsiz kahvaltı sunar.)
    • Örnek: You can borrow my umbrella provided you return it before the rainy season ends. (Yağmur sezonu sona ermeden şemsiyemi geri getirirsen ödünç alabilirsin.)
  33. on the other hand (öte yandan):
    • İki farklı görüş veya durumu karşılaştırmak için kullanılır.
    • Örnek: He is smart, but on the other hand, he can be quite lazy. (Zeki ama öte yandan oldukça tembel olabilir.)
    • Örnek: The new software offers many advanced features. On the other hand, it requires a higher level of computer skills to use effectively. (Yeni yazılım birçok gelişmiş özellik sunuyor. Öte yandan, etkili bir şekilde kullanmak için daha fazla bilgisayar becerisi gerektiriyor.)
  34. whether…or (ya…ya da):
    • İki veya daha fazla seçenek arasında bir tercihi ifade eder.
    • Örnek: I don’t know whether to have pizza or pasta for dinner. (Akşam yemeği için pizza mı yoksa makarna mı yiyeceğimi bilmiyorum.)
    • Örnek: We can’t decide whether to go to the beach or to the mountains for our vacation this year. (Bu yıl tatil için plaja mı gitmeliyiz yoksa dağlara mı, karar veremiyoruz.)
  35. sooner than (daha erken, -den önce):
    • Belirli bir zamanın daha önce gerçekleşeceğini ifade eder.
    • Örnek: The movie will start sooner than we expected. (Film beklediğimizden daha erken başlayacak.)
    • Örnek: I’ll finish the report sooner than the deadline so we can review it together. (Raporu teslim tarihinden daha erken bitireceğim, böylece birlikte gözden geçirebiliriz.)
      Örnek: She learned how to ride a bike sooner than her older brother did. (Bisiklet sürmeyi, ağabeyinden daha erken öğrendi.)
  36. rather than (tercihen, -den ziyade):
    • Bir tercihi veya seçimi ifade eder.
    • Örnek: I would have pasta rather than rice. (Pilav yerine makarna tercih ederim.)
  37. both…and (hem…hem de):
    • İki farklı şeyin aynı anda var olduğunu ifade eder.
    • Örnek: She is both intelligent and hardworking. (O hem zeki hem de çalışkan.)
    • Örnek: He is both talented and dedicated in his art. (O, sanatında hem yetenekli hem de özverili.)
    • Örnek: The athlete is both strong and agile on the field. (Sporcu sahada hem güçlü hem de çevik.)
  38. yet:
    • “Ancak”, “yine de” gibi anlamlar taşır ve bir durumun veya eylemin beklenmedik bir şekilde gerçekleştiğini ifade eder.
    • Örnek: She’s always busy, yet she still finds time to help others. (Her zaman meşgul ama yine de başkalarına yardım etmek için zaman buluyor.)
    • Örnek: She was feeling unwell, yet she attended the important meeting. (Kendini iyi hissetmiyordu, yine de önemli toplantıya katıldı.)
    • Örnek: The movie had a slow start, yet it developed into a captivating storyline. (Film yavaş bir başlangıç yaptı, ancak etkileyici bir hikayeye dönüştü.)
  39. for:
    • “Çünkü”, “zira” gibi anlamlar taşır ve bir sebep-sonuç ilişkisini ifade eder.
    • Örnek: She studied hard, for she wanted to pass the exam. (Sınavı geçmek istediği için çok çalıştı.)
  40. neither.. nor:
    • Olumsuz bir durumu vurgular ve “ne de” anlamına gelir.
    • Örnek: He neither called nor texted me. (Beni ne aradı ne de mesaj attı.)
    • Örnek: She neither likes coffee nor tea. (O, ne kahveyi ne de çayı sever.)
  41. henceforth:
    • “Bundan böyle”, “bundan sonra” anlamına gelir ve gelecekte bir değişiklik yapılacağını ifade eder.
    • Örnek: Henceforth, smoking will not be allowed in this building. (Bundan böyle bu binada sigara içilmesine izin verilmeyecektir.)
    • Örnek: Henceforth, the use of plastic bags will be prohibited in our store. (Bundan böyle, mağazamızda plastik poşet kullanımı yasaklanacaktır.)
    • Örnek: The park is implementing new safety rules, and henceforth, all visitors must wear helmets while biking inside the park. (Park yeni güvenlik kuralları uyguluyor ve bundan böyle, tüm ziyaretçiler park içinde bisiklet sürerken kask takmak zorundadır.)
    • Örnek: The school has decided to enforce stricter anti-bullying policies, and henceforth, any incidents of bullying will be met with serious consequences. (Okul, daha katı bir anti-zorbalık politikası uygulamaya karar verdi ve bundan böyle herhangi bir zorbalık olayı ciddi sonuçlarla karşılanacaktır.)
  42. no sooner.. than:
    • Bir olayın hemen gerçekleşmesini vurgular ve “oluşur olmaz” anlamını taşır.
    • Örnek: No sooner had I closed the door than the phone rang. (Kapıyı kapatır kapatmaz telefon çaldı.)
    • Örnek: No sooner did she finish her speech than the audience gave her a standing ovation. (Konuşmasını bitirir bitirmez seyirciler ayakta alkışladı.)
    • Örnek: No sooner had the students opened their books than the teacher announced a pop quiz. (Öğrenciler kitaplarını açar açmaz öğretmen sürpriz bir sınav duyurdu.)
  43. now:
    • “Şimdi” anlamına gelir ve o anda gerçekleşen bir durumu ifade eder.
    • Örnek: I’m busy now, can we talk later? (Şimdi meşgulüm, sonra konuşabilir miyiz?)
  44. once:
    • “Olur olmaz”, “bir kere” anlamına gelir ve bir olayın hemen ardından gerçekleşen başka bir olayı ifade eder.
    • Örnek: Once the sun sets, the temperature drops quickly. (Güneş battıktan sonra sıcaklık hızla düşer.)
    • Örnek: Once you press the button, the machine will start working. (Düğmeye bastığınızda, makine çalışmaya başlayacak.)
  45. the moment:
    • “Anında”, “tam o anda” anlamını taşır ve bir olayın hemen gerçekleştiğini belirtir.
    • Örnek: I’ll call you the moment I arrive at the airport. (Havaalanına varır varmaz seni arayacağım.)
    • Örnek: I’ll send you the document the moment I finish editing it. (Belgeyi düzenlemeyi bitirdiğim anda sana göndereceğim.)
    • Örnek: She knew the answer the moment the teacher asked the question. (Öğretmen soruyu sorduğu anda cevabı biliyordu.)
  46. whenever:
    • “Her ne zaman”, “hangi zaman” anlamına gelir ve genel olarak gerçekleşen durumları ifade eder.
    • Örnek: Whenever I see her, she’s always smiling. (Onu ne zaman görsem, hep gülümsüyor.)
    • Örnek: Whenever it rains, I prefer to stay indoors with a good book. (Her ne zaman yağmur yağsa, iyi bir kitapla içeride kalmayı tercih ederim.)
    • Örnek: I feel motivated to exercise whenever I listen to energetic music. (Enerjik müzik dinlediğimde her zaman egzersiz yapma isteği duyarım.)
  47. suppose (that):
    • “Varsayalım ki” anlamına gelir ve hayali bir durumu ifade eder.
    • Örnek: Suppose you won the lottery, what would you do? (Varsayalım ki piyangoyu kazandınız, ne yapardınız?)
    • Örnek: Suppose that you were invisible for a day, what kind of mischief would you get up to? (Varsayalım ki bir gün boyunca görünmez oldunuz, ne tür yaramazlık yapardınız?)
    • Örnek: Suppose we had unlimited resources, what kind of projects would you initiate? (Varsayalım ki sınırsız kaynağımız olsa, hangi tür projeleri başlatırdınız?)
  48. supposing that:
    • “Varsayalım ki” anlamına gelir ve hayali bir durumu ifade eder.
    • Örnek: Supposing that the weather is good, we can have a picnic. (Hava güzelse piknik yapabiliriz.)
    • Örnek: Supposing that you were given a chance to meet any historical figure, who would it be? (Varsayalım ki herhangi bir tarihi figürle tanışma şansınız olsa, kim olurdu?)
    • Örnek: Supposing that you could live in any era of history, which one would you pick? (Varsayalım ki tarih boyunca herhangi bir dönemde yaşayabilseydiniz, hangisini seçerdiniz?)
  49. without:
    • “Meksizin”, “olmadan” anlamına gelir ve bir şeyin olmadığı veya yapılmadığı bir durumu ifade eder.
    • Örnek: I can’t sleep without my teddy bear. (Oyuncak ayım olmadan uyuyamam.)
    • Örnek: I can’t imagine starting my day without a cup of coffee. (Kahve içmeden günüme başlayamayı hayal bile edemem.),
    • Örnek: She cooked a delicious meal without using any spices. (Hiç baharat kullanmadan lezzetli bir yemek pişirdi.)
    • Örnek: He completed the marathon without stopping to rest. (Dinlenmek için durmadan maratonu tamamladı.)
  50. unlike:
    • “Benzemeyen”, “farklı olarak” anlamına gelir ve iki şeyin veya durumun farklı olduğunu ifade eder.
    • Örnek: Unlike her sister, she loves to travel. (Ablasının aksine seyahat etmeyi çok seviyor.)
    • Örnek: Unlike traditional cooking methods, microwave ovens are much faster. (Geleneksel pişirme yöntemlerinin aksine, mikrodalga fırınlar çok daha hızlıdır.)
    • Unlike most people, she enjoys waking up early in the morning. (Çoğu insanın aksine, sabahları erken kalkmayı sever.)
    • Örnek: Unlike his colleagues, he prefers to work alone rather than in a team. (Meslektaşlarının aksine, takım çalışması yerine yalnız çalışmayı tercih ediyor.)
  51. whether or not:
    • “Olsun veya olmasın” anlamına gelir ve bir durumun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini belirtir.
    • Örnek: I’ll go to the party whether or not it rains. (Yağmur yağsa da yağmasa da partiye gideceğim.)
    • Örnek: We’re going on a hike tomorrow whether or not the weather improves. (Hava düzelirse de düzelmezse de yarın doğa yürüyüşüne çıkacağız.)
    • Örnek: He’s determined to finish the project on time, whether or not he gets help from others. (Başkalarından yardım alsın veya almasın, proje zamanında bitirmeye kararlı.)
    • Örnek: I’ll attend the meeting whether or not I have all the necessary information. (Gerekli tüm bilgilere sahip olsam da olmasam da toplantıya katılacağım.)
    • Örnek: She’s planning to travel to Europe this summer, whether or not her friends can join her. (Arkadaşları katılsa da katılmasa da, bu yaz Avrupa’ya seyahat etmeyi planlıyor.)

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu